I.
GİRİŞ
Hukukun
asli, birincil amacı toplumsal yaşamın düzenlenmisidir. Tüm
hukuk dallarının bu asli amaca yönelik, onu tamamlayıcı ve
ikincil nitelikte amaçları bulunmaktadır. Bu bağlamda ceza
muhakemesinin gayesi maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasıdır. Bir
hukuk devletinde maddi gerçeğin ortaya çıkarılması için
yapılan ceza yargılamasının anayasal ilkeler başta olmak üzere
uluslararası sözleşmelerdeki kriterlere uygun olması gerekir.
Ceza yargılamasının önemli bir ayağını oluşturan deliller
konusu da bu nedenle önemlidir. Hukuka
aykırı deliller ve bunların değerlendirilmesi sorunu irdelenirken
sözedilen asli amaç ve bunun sağlanması için getirilmiş olan
kriterler dikkatle incelenmelidir.
Ceza
muhakemesi hukukunda özel hukuk dallarından farklı olarak “delil
serbestisi ilkesi” hakimdir. Buna göre, bir husus her türlü
delille ispat edilebilir. Ancak bu serbestinin de sınırları
vardır. Bu açıdan delil serbestisi; kanunun çizdiği çerçevede
her türlü delilin elde edilebileceği ve yine bu çerçevede kalan
delillerin değerlendirilebileceği anlamına gelmektedir.
Bu
yazıda konu “hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen deliller”
ve “değerlendirme yasağı” olmak üzere 2 ana başlık altında
incelenecektir.
II.
HUKUKA AYKIRI YÖNTEMLERLE ELDE EDİLEN DELİLLER
A)
Terminoloji
Bu
konuda doktrinde ve mevzuatta bir terminoloji birliği
bulunmamaktadır. Anayasa md.38/IV. konuyu
“kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgu”
kavramı ile ele alınmıştır. CMK. md.206/II, (a) bendinde “kanuna
aykırı elde edilen delil”
olarak kaleme alınmış olan konu, yine CMK. md.217/II.'de ise,
“hukuka
uygun bir şekilde elde edilen delil”
terimi ile açıklanmıştır. Ayrıca CMK md.289 (i) bendinde de
“hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delil”
denilmiştir. Doktrinde ise, Öztürk/Erdem
“delil
yasakları” terimini
tercih etmekte iken, Kunter/Nuhoğlu/Yenisey
“hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delil”
kavramını kullanmaktadır.
Öncelikle
belirtmek gerekir ki; hukuka aykırılık kanuna aykırılıktan çok
daha geniş bir içeriğe sahiptir. Hukuka aykırılık sadece
pozitif hukuk normlarına değil, aynı zamanda temel hak ve
hürriyetlere ilişkin uluslararası hukuk ilkelerine de aykırılığı
kapsar. Bu çerçeve içinde, Anayasa'ya, usulüne uygun olarak kabul
edilmiş uluslararası sözleşmelere, yasalara kanun hükmündeki
kararnamalere, tüzüklere, yönetmeliklere, içtihadı birleştirme
kararlarına, teamül hukukuna ve hukukun genl ilkelerine aykırı
uygulamaların tümü hukuka aykırılık kavramı içinde yer alır.1
Bunun yanı sıra “delil yasakları” terimi de daha geniş bir
içeriğe sahip olup, hem delil ikamesinin sınırını hem de
değerlendirilmesi sınırlarını kapsamaktadır. Bu nedenle yazıda
“hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delil” kavramını
kullanacağım.
Delil
yasaklarının yani hem delil ikamesinin sınırlandırılmasının
hem de değerlendirilmesi yasağının amacı, şahsın temel hak ve
hürriyetlerini korumaktır. Bununla beraber, kolluk kuvvetlerini
sınırlandırma amacı da güdülmektedir. Bir hukuk devletinde,
hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin kullanılmasına
müsaade edilmesi, kolluğun delil elde etme saikiyle hukuka aykırı
yöntemlere başvurmasının önünü açmakla beraber, toplumun
hukuka olan inancının zedelenmesine de sebep olacaktır.
B)
Tasnifler
Hukuka
aykırı yöntemlerle elde edilen deliller açısından “delil
yasakları” ve “korunan hukuki menfaat görüşü” olmak üzere
ikili bir tasnif yapılması mümkündür. Delil yasakları;
yakın zamana kadar Alman doktrininde “konusu bakımından
yasaklanan deliller”, “temel hakları korumak amacıyla
yasaklanan deliller” ve “elde edilmesinde uygulanan metod
nedeniyle yasaklanan deliller” olmak üzere 3'e ayrılarak
incelenmekte2
iken Öztürk/Erdem
tarafından
“aydınlatma yükümlülüğünün yerine getirilmemesi”, “ifade
alma ve sorgu sırasında sözkonusu olan delil yasakları” ,
“ifade alma ve sorgu dışında sözkonusu olan delil yasakları”
, “delil aracı yasakları” ve “delil konusu yasakları”
olarak 5 grup halinde ele alınmaktadır.
Kunter/Yenisey/Nuhoğlu'nun
da eskiden benimsediği ve Alman doktrininde de yakın zamana kadar
kabul gören bu 3'lü ayrıma göre:
(1)
Konusu
bakımından yasaklanmış olan deliller, devletin kovuşturma
organlarını sınırlayan hükümlerdir. Her gerçeğin
açıklanmasınde kamunun yararı olmayabilir. Bu nedenle bazı
delillerin konuları nedeniyle kullanılması yasaklanmıştır.
Örneğin, CMK md.125 uyarınca hapis cezasının alt sınırı 5
yıldan az olan suçlar bakımından, içeriği devlet sırrı
niteliğindeki belgeler bir suç olgusuna ilişkin bilgiler içerse
dahi delil olarak kullanılamaz.
(2)
Temel
hakların korunması amacıyla yasaklanan deliller : Bireysel
özgürlüklerin korunması ve maddi gerçeği ortaya çıkarılması
hususunda çıkan çatışmada bazı durumlarda bireyin hakları
üstün tutularak birtakım deliller yasaklanmıştır. Örneğin,
telekomünikasyon yoluyla iletişimin denetlenmesi ancak kanunda
tahdidi olarak sayılmış suçlar için mümkündür. CMK md.
135/6'da listelenen suçlar dışında kalan bir suç için
telekomünikasyon yoluyla iletişimin denetlenmesi durumunda bunlar
delil olarak kullanılamaz.
(3)
Elde
edilmesinde uygulanan metod dolayısıyla yasaklanan deliller :
Delilin elde edilmesi sırasında yapılan bir hukuka aykırılık
delili de hukuka aykırı hale getirecektir ki, bu durumda bunlar
ceza yargılamasında delil olarak kullanılamaz. Örneğin; ifade
veren kişinin ifade sırasında iradesinin serbest olması gerekir.
İradeyi bozan müdahaleler ile (yalan makinesine sokma, tehdit,
cebir vb.) alınan ifadeler hukuka aykırı hale gelecektir.
Konuyu
Öztürk/Erdem'in kabul ettiği ve CMK'da da bu sistematikte
düzenlenen delil yasaklarına baktığımızda :
(1)
Aydınlatma
yükümlülüğünün yerine getirilmemesi : CMK md.147 uyarınca;
şüpheliye isnad edilen suç anlatılır ve müdafi seçme hakkı
bulunduğu, onun hukuki yardımından yararlanabileceği, müdafiin
ifade ve sorgusunda hazır bulunabileceği ve müdafi seçemeyecek
durumda ise isteği üzerine kendisine barodan bir müdafi tayin
edilebileceği, susma hakkının bulunduğu, isnad edilen suçu
bertaraf edebilecek delillerin toplanmasını isteyebileceği,
yakalandığını yakınlarına haber verebilme hakkının olduğu
anlatılmalıdır. CMK'nın bu hükmü sanığı/şüpheliyi
aydınlatma yükümlülüğünün yansımasıdır. Kanunda belirtilen
şekilde haklarının sanığa/şüpheliye bildirilmemesi elde edilen
delilin hukuka aykırı olmasına yol açar.
(2)
İfade
alma ve sorgu sırasında sözkonusu olan delil yasakları : Daha
önceden de belirtildiği gibi, ifade ve sorgu sırasında
şüpheli/sanığın iradesine etki edilmemeli, birey özgür iradesi
ile beyanda bulunmalıdır. CMK md.148 “ifade almada ve sorguda
yasak usuller” başlığı altında yasaklanan davranışları
düzenlemiştir3,
ancak bunlar tahdidi değildir. Bu hüküm adil yargılanma hakkını
ve özellikle insan onurunu güvence altına alan bir hükümdür.
Madde hükmünde de belirtildiği gibi, yasak usullerle elde edilen
ifadeler rıza verilmiş olsa dahi delil olarak kullanılamaz.
(3)
İfade
alma ve sorgu dışında sözkonusu olan delil yasakları : Delil
elde etme yöntemleri ifade alma ve sorgudan ibaret değildir. Bunun
dışında da delil elde etmeye yönelik, çeşitli işlemler vardır
ve bu işlemler yapılırken hukuka aykırı hareket edilmesi de elde
edilen delili hukuka aykırı hale getirebilir. 4
Arama, el koyma, yakalama, tutuklama gibi koruma tedbirleri ile
ilgili kuralların ihlali ile delil hukuka aykırı hale gelebileceği
gibi, özel hayatı koruyan kuralların ihlali ile de yasak delil
haline gelebilir.
(4)
Delil
aracı yasakları : CMK md.45 ve 46 tanıklıktan çekinme
müessesesini düzenlemektedir ve maddede sayılan kişilerin
dinlenmeden önce tanıklıktan çekinebileceklerinin hatırlatılması
zorunlu kılınmıştır. Kanunda belirtilen kişiler, örneğin
sanığın eşi, tanıklıktan veya yeminden çekindikleri halde bu
kimselerin hukuka aykırı olarak tanık olarak dinlenmesi durumunda
bu deliller ceza yargılamasında kullanılamaz.
(5)
Delil
konusu yasakları : Bu yasaklar, yukarıda belirtilen “konusu
bakımından yasaklanmış olan deliller”dir. Konu yukarıda
açıklandığı için burada örnek verilerek geçilecektir.
Örneğin, kesin hükümle sona ermiş olan bir muhakemeden sonra
aynı konuda ispat girişiminde bulunulması yasaktır.5
Delil
ikamesi sınırlarını açıklayan diğer bir görüş ise “korunan
hukuki menfaat görüşü”dür. Bu görüşe göre, her
normun altında yatan ve korumak istenilen hukuki menfaatin ihlali
durumunda delil de hukuka aykırı hale gelecektir.
Buna göre, delil elde etme işlemleri esnasında yapılan bir hukuka
aykırılık, söz konusu normun koruduğu hukuki menfaati ihlal
etmiyor ise, delil de hukuka aykırı olmayacaktır.6
Bu görüşün dayandığı temel haklardan bazıları şunlardır :
(1)
İşkence
görmeme hakkı : Temel insan haklarından biri olan ve insan
onurunu, haysiyetini korumak için kabul edilmiş olan işkence görme
hakkının delil elde edilmesi sırasında ihlali delili hukuka
aykırı hale getirir. Bu nedenle özellikle ifade verme ve sorgu
sırasında gerçekleştirilen kötü muamele ile edilen ikrar,
sanığın/şüphelinin rıza dahi olsa, ceza muhakemesinde
kullanılamaz.
(2)
Özel
hayatın gizliliği : Komünikasyon yoluyla iletişimin denetlenmesi
veya teknik cihazlarla izleme konusu bu başlık altında
incelenebilir. Örneğin, CMK md.140 gereği, teknik takip ancak
kanunda sayılan tahdidi suçlar için kuvvetli suç şüphesi
bulunması ve başka suretle delil elde edilememesi halinde, hakim
kararı ile ve sadece sanığın kamuya açık yerlerdeki ve
işyerlerindeki faaliyetleri için sözkonusu olabilir. Buna göre,
sanığın konutunda yapılan teknik takip özel hayatın gizliliğini
ihlal edeceğinden, hukuka aykırıdır ve delil olarak kullanılamaz.
(3)
Kendisini suçlamama hakkı : Sanığın/şüphelinin susma hakkının
hatırlatılması adil yargılanma hakkının önemli bir ayağını
oluşturur ve bu aydınlatma yükümlülüğünün yerine
getirilmemesi, korunan menfaati ihlal edeceğinden delil hukuka
aykırı kabul edilir.
(4)
Temel
insan haklarının korunması : Yapılan hukuka aykırılık,
sanığın/şüphelinin Anayasada ve uluslararası belgelerde kabul
edilen temel insan haklarından birinin ihlalini oluşturuyorsa delil
hukuka aykırıdır, aksi takdirde yapılan usuli bir hukuka
aykırılık şahsın menfaatlerini ihlal etmiyor ise, hukuka uygun
sayılarak ceza yargılamasında kullanılabilir.
Görüşün dayandığı temel
haklar yukarıda açıklananlar olmakla beraber bunlar sınırlı
değildir. Somut olayda hukuka aykırılık incelemesi yapılırken,
ihlal edilen normun korumak istediği hukuki menfaatin de ayrıca
ihlal edilip edilemediği irdelenmelidir.
Hukuka aykırı yöntemlerle
elde edilen deliller konusunda görüşüm: Delilin hukuka aykırı
olup olmadığı incelenirken kanunun sistematiğine dayanan delil
yasaklarının “aydınlatma yükümlülüğünün yerine
getirilmemesi”, “ifade alma ve sorgu sırasında söz konusu olan
delil yasakları” , “ifade alma ve sorgu dışında sözkonusu
olan delil yasakları” , “delil aracı yasakları” ve “delil
konusu yasakları” olan 5 kriteri ile korunan hukuki menfaat
görüşünün beraber ele alınması ve buna göre değerlendirilmesi
gerekir.
III.
HUKUKA AYKIRI YÖNTEMLERLE ELDE EDİLEN DELİLLERİN
DEĞERLENDİRİLMESİ SORUNU
Bir
delilin hukuka aykırı olup olmadığı incelemesi yapıldıktan
sonra sıra bu delilin hukuka aykırı ise ceza yargılamasında
kullanılıp kullanılamayacağı tartışmasına gelir. Elde
edilişindeki her türlü hukuka aykırılık, delili geçersiz hale
getirir mi? Değilse, hangi hukuka aykırılıklar delilin
kullanılmasına engel olur? Farklı ekoller, bu sorulara farklı
cevaplar vermiştir.7
Öncelikle
belirtmek gerekir ki, burada maddi gerçeğin ortaya çıkarılması
ve bireysel özgürlüklerin korunması hususunda çatışan 2
menfaat söz konusudur. Hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen
delillerin değerlendirilmesi tartışmasında, maddi gerçeğin
ortaya çıkarılmasını üstün gören görüşler olduğu gibi
aksine her durumda bireysel özgürlüklerin korunması gerektiğini
savunan görüşler de mevcuttur.
“Mutlak
kabul” görüşü önemli olanın toplumun korunması olduğunu
ifade ederek, bu amaç doğrultusunda maddi gerçeğin ortaya
çıkarılması için kullanılacak olan delillerin ne şekilde ikame
edildiğinin önemi olmadığını savunmaktadır. Bu görüşe göre,
delilin hukuka aykırı yollarla elde edilmesi ceza yargılamasında
kullanılmasına engel teşkil etmez. Ancak delillerin kullanılmasına
müsaade edilmesi, hukuka aykırı yollara başvuran kamu
görevlilerinin de yaptırımsız kalması anlamına gelmemeli, bu
kişiler açısında ceza sorumluluğu işletilmelidir.8
Latince “Male captum, bene retentum” yani “kötü alınmışsa
da iyi kullanılır” felsefesini barındıran bu görüşü
eleştiren pek çok argüman ileri sürülmüştür. Öncelikle her
türlü hukuka aykırılığın kabul edilmesi, kamu gücünü
kullananların keyfi uygulamalarla hukuka aykırı davranmalarını
meşrulaştırıcı ve ayrıca polis devleti yaratmada araç
olabilecek bir tutumdur. Bu da toplumun hukuka olan inancının ve
güveninin zedelenmesine yol açacaktır. Şüphesiz
ceza muhakemesinde maddi gerçeğe ulaşmak önemlidir ancak maddi
gerçek her ne pahasına olursa olsun ulaşılması gerekilen bir
amaç değildir ve maddi gerçeğe hukuka, insan haysiyetine saygılı
olarak ulaşmak zorunludur. 9
“Mutlak
değerlendirme yasağı” görüşü ise, salt bireyci bir tutum
sergileyerek, her türlü hukuka aykırılığın delili
sakatlayacağı ve bu nedenle ceza muhakemesinde kullanılmasının
mümkün olmadığını savunmaktadır. Bireysel özgürlüklerin
kamu gücüne karşı korunmasının ancak mutlak değerlendirme
yasağı ile mümkün olabileceğini belirten bu görüşü savunan
pek çok argüman ileri sürülmüştür. “Kişisel hak teorisi”ne
göre; değerlendirme dışında tutma hakkı, sanığın sübjektif
anayasal haklarından biridir.10
Hukuka aykırı eylemlerde bulunduğu isnad edilen sanığa/şüpheliye
karşı yine hukuka aykırı yollarla elde edilen delillerin
kullanılması kişinin anayasal haklarının ihlali anlamına gelir.
“Güvenilmezlik teorisi”ne göre ise, hukuka aykırı delilin
güvenilirliği yoktur ve güvenilmez olan bir delile dayanılarak
verilen hüküm de güvenilir olmaz. Bu nedenle hukuka aykırı
delillerin değerlendirilmemesi gerekir. Sanığın adil
yargilanma hakki, delillerin güvenilir olmamasi durumunda mahkumiyet
karari verilmemesini gerektirir; güvenilir olmayan delil büyük bir
ihtimalle yanlis mahkumiyet kararima yol açacaktir. Yanlis
mahkumiyet karari verme riskini azaltmak için güvenilir olmayan
delillerin hükme esas alinmamasi gerekir.
“Koruma teorisi”ne göre de; değerlendirme
yasağı, yalnızca sanığın haklarını koruma gayesi güden
kuralların ihlalinin sonucu olarak elde edilen delili kapsar.11
Buna göre, ihlalin sanığın hukuki durumuna etki edip etmediğine
göre değerlendirme yapılacaktır. Öte yandan mutlak değerlendirme
yasağını eleştiren birçok görüş de mevcuttur. Buna göre,
delillerin her koşulda değerlendirme dışı bırakılması ceza ve
ceza muhakemesi hukukunun amacından uzaklaşılması sonucunu
doğurur. Basit bir hukuka aykırılıkta bile delilin kullanılmaması
mahkumiyetle sonuçlanabilecek pek çok davanın beraatle
sonuçlanmasına neden olacak ve suçla mücadelede devletin yetersiz
kalması sorununa yol açacaktır. Bu durumda yine toplum hukuka olan
saygısını ve inancını yitirecektir.
Bu
iki yaklaşımın da artıları olduğu gibi eksileri de oldukça
fazladır. Bu nedenle her iki görüşün de salt olarak uygulanması
doğru değildir. Değerlendirme sorunun çözümü için, her iki
görüşün de artılarının barındırıldığı ve eksilerinin
arıtıldığı ortak bir yaklaşım gerekmektedir.
A)
Karşılaştırmalı hukukta durum
Amerikan
hukukunda yukarıda açıklanan “mutlak değerlendirme yasağı”
kabul edilmektedir. Anglo-Amerikan ceza sisteminde delil yasaklarının
görevi, kolluğun disiplin altında tutulmasıdır. Bu amacın
gerçekleştirilmesi için her türlü hukuka aykırılığın önü
kesilmek istenmiş ve hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen
deliller mutlak olarak geçersiz kabul edilmiştir. Bu sistemde
delilin değerlendirme dışı tutulması hususunda hakimin takdir
yetkisi yoktur, mutlak suretle uygulamak zorundadır. Son derece katı
olarak uygulanan bu yasak zamanla çeşitli istisnalarla
yumuşatılmaya çalışılmıştır. Bu istisnalardan biri, iyiniyet
istisnasıdır. Buna göre, hakim kararına dayanan “yakalama”,
“arama” gibi işlemlerde elde edilen deliller, hakim kararının
hukuki ve fiili dayanakları ortadan kalkmış olsa dahi, hukuka
uygun sayılır.13
İstisnalardan biri de, “kaçınılmaz buluş”tur. Buna göre,
delil hukuka aykırı bir yöntem olmasaydı da elde edilebilir
idiyse, bu delili de hukuka uygun saymak gerekir. Bundan başka “kamu
güvenliği kuralı” istisnasına göre ise, yapılan ihlalin kamu
güvenliğini korumak için yapılması durumunda delili
değerlendirme dışında tutmamak gerekir.14
İngiliz
hukuku konuyu esnek bir yaklaşımla ele almış ve delillerin ceza
yargılamasında kullanılıp kullanılması hususunda hakime
sınırları kanunla çizilmiş bir takdir yetkisi tanımıştır.
Buna göre, hakim hukuka aykırı yollarla elde edilmiş olan delilin
güvenilirliğine inandığı sürece bunu yargılamada kullanabilir,
aksi takdirde değerlendirme dışı tutabilir.
Alman
hukukunda ise, Kara Avrupası hukuk sisteminin bireysel hakları
korumayı üstün tutan etkileri görülmektedir. Delilleri
değerlendirme ölçütü olarak birçok teori ileri sürülmüştür.
“Sanık hakları teorisi” bunlardan en önemlisidir. Bu teoriye
göre, öncelikle ihlalin, sanığın/şüphelinin hak alanını
önemli bir şekilde ihlal edip etmediğine bakılır.15
Bu durumda, sanık hakları ihlali anlamını taşıyan bir normun
ihlali durumunda delilin kullanılmaması gerekir. Alman Hukukundaki
gelişme neticesinde “sanık hakları teorisi”, “orantılılık
ilkesi” ile tamamlanmıştır.16
“Hakların dengelenmesi”17
de denilen bu görüşe göre, her somut olayda menfaatler dengesi
kurulmalı ve buna göre maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasındaki
menfaat ile ihlal edilen normun korumak istediği menfaat arasında
bir değerlendirme yapılarak, hangisinin ağır bastığı
incelenmelidir. Alman doktrinindeki bir başka görüş ise,
sanığın sadece temel haklarının ihlali halinde elde edilen
delillerin değerlendirilemeyeceğini yönündedir.
B)
Türk hukukunda hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin
değerlendirilmesi sorunu
Hukuka
aykırı deliller ve bu delillerin değerlendirilmesi yasağı
konularında yasa koyucu, Anayasanın 38/7, 1412 S.K.CMUK.nun
254/2.maddesi ile tercihini delilin üstünlüğünden yana değil,
hukukun üstünlüğünden yana kullanmıştır. Nitekim 1.6.2005
tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK.nın 147, 148, 206,
217, 230/1 ve 302/2 maddeleri ile bu tercihini daha da açık ve
kesin bir şekilde devam ettirmiştir.18
AY.md.38/7,
“”Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular, delil olarak
kabul edilemez.” hükmü ile mutlak değerlendirme yasağı ile
bağdaşır bir tutum sergilemiştir.
CMK
da Anayasa'ya uygun, bu yönde düzenlemeler içermektedir.
CMK.md.147'de ifade verme ve sorgu sırasında kolluğun
sanığı/şüpheliyi aydınlatma yükümlülüğünü belirtilmiş
ve md.148'de ifade ve sorgudaki yasak usuller gösterilerek, “Yasak
usullerle elde edilen ifadeler rıza ile verilmiş olsa da delil
olarak değerlendirilemez.” denilmiştir. Bundan başka,
CMK.md.206/II, (a) bendi, kanuna aykırı olarak elde edilen
delillerin reddolunacağı belirttikten sonra, md.217/II'de, isnad
edilen suçun hukuka uygun delillerle ispat edilebileceği
gösterilmiştir.Ayrıca CMK md.289, hükmün hukuka aykırı
yöntemlerle elde edilen delile dayanmasını temyiz için kesin
hukuka aykırılık nedenleri arasında saymıştır.
Ancak
mevzuattaki değerlendirme yasağının mutlak bir yasak olarak
anlaşılmamalıdır. Yasakoyucu birtakım deliller için CMK.md.147
ve 148'deki gibi doğrudan değerlendirme yasağı getirmiştir ki bu
durumda mutlak bir yasak olduğu kuşkusuzdur. Ancak öte yandan
kanunkoyucunun CMK md.217'de hakime delilleri vicdani kanaati ile
serbestçe takdir etme yetkisi tanıdığı görülmektedir. Hakime
takdir yetkisinin tanınması, nispi değerlendirme yasaklarının da
mevcut olduğunun göstergesidir. Bu durumda
hakim takdir yetkisini kullanırken sanığın anayasal haklarınının
yapılan işlem ile ihlal edilip edilmediğine bakmalı ve anayasal
hak ihlal edilmiş olduğunu saptadığında da sanığın işlediği
suçun topluma vermiş olduğu zarar ile, delil toplanırken devlet
güçlerininin sanığa ait anayasal hakkı ihlal etmiş olmalarından
doğan toplumsal zararı karşılaştırmalıdır. Sanığın topluma
verdiği zarar daha büyük ise ve 148. maddede olduğu gibi açıkça
yasaklamış bir delil de sözkonusu değil ise, hukuka aykırı
nitelik taşıyan delili, hakim hüküm verirken kullanabilmelidir.19
Yargıtay'ın da bu konuda esnek bir yaklaşım sergileyerek, basit
bir hukuka aykırılık durumunda delilin değerlendirme dışı
tutulmaması gerektiği, ancak temel hakların ihlali halinde hukuka
aykırı delillerin değerlendirilmemesi gerektiği
yönünde kararları vardır. Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun,
26.06.2007 tarihli 2007/7-147E. Ve 2007/159K. Sayılı kararında
konuyla ilgili şu açıklamalara yer verilmiştir :
“Öyleyse;
varabileceğimiz ilk sonucun aramanın şeklen hukuka aykırı olduğu
yönünde ortaya çıktığı,bu durumda; arama hukuka aykırı ise;
arama sonucunda elde edilen delillerin kullanılabilmesi mümkün
müdür, sorusuna yanıt bulmak gerektiği, bu konuda yol gösterici
yasal düzenlemenin 1412 sayılı CYUY. nın 254. maddesinin 2.
fıkrasında yer aldığı, 242. maddesin 2. fıkrasında;
"Soruşturma ve kovuşturma organlarının hukuka aykırı
şekilde elde ettikleri deliller hükme esas alınamaz"
şeklindeki düzenlemenin bulunduğu, metne ilk bakıldığında
oluşan kanaatin, usule aykırı yapılan arama sonucunda elde edilen
delillerin hiçbir şekilde kullanılamayacağı yönünde olduğu,
nitekim aynı konunun; Genel Kurulumuzun 29.11.2005 gün ve 144-150
sayılı kararında da tartışıldığı ve netice olarak "arama
kararı alınmadan hukuka aykırı biçimde yapılan arama sonunda
elde edilen delillerin Türk Ceza Yargılaması Hukuku sisteminde
dikkate alınamayacağına" karar verildiği,
Ancak, olayımızın daha farklı olduğu, zira; somut olayda, usulüne göre alınmış bir arama kararının bulunduğu, bu karara ve kararın infazı sırasında yapılan işlemlere yönelik bir itirazın da vaki olmadığı, hatta, sanığın "arama sonucunda ele geçen bornozların, kendi işyerinden ele geçirildiğine ilişkin" açık ikrarının mevcut olduğu, daha da önemlisi, arama işlemine ve arama yapılırken bir takım hakların ihlal edildiğine yönelik olarak sanıktan gelen herhangi bir yakınmanın bulunmadığı, hal böyle iken; sırf arama sırasında şekle ilişkin bir koşul ihlal edildi diye aramanın hukuka aykırı sayılamayacağı, bir başka deyişle; sadece bu nedenle, ele geçen delilleri "hukuka aykırı biçimde elde edilmiş delil" olarak nitelenemeyeceği, öğretide de; Prof. Bahri Öztürk, Doç. Dr. Mustafa Ruhan Erdem ve Doç. Dr. Veli Özer Özbek tarafından hazırlanan Uygulamalı Ceza Muhakemesi isimli eserde bu konudan bahsedilirken; ikili bir ayrımın yapıldığı, bu tasnifte; hak ihlalinin niteliği üzerinde durularak, bir hukuk devletinde bazı hakların mutlak, diğer bazı hakların ise nisbi koruma altında bulundurulduğu belirtildikten sonra; buna bağlı olarak "mutlak delil yasakları" ve "nisbi delil yasakları" kavramlarının ortaya çıktığının ifade edildiği, buna göre; mutlak delil yasakları;
1-Sanığın kendisini suçlandırıcı beyanda bulunmaya zorlanması,
2-Bir kimsenin yakınlarını suçlandırıcı beyanda bulunmaya zorlanması
3-Sanığa kendisi ile ilk temasa geçen yetkili tarafından bazı haklarının hatırlatılmaması (susma hakkı, müdafi tayini isteme hakkı gibi)
4-Hayatın gizli alanına (özel hayata değil) yapılan müdahaleler,
Olarak sayıldığı, bunların dışında kalan durumlarda ise hakim tarafından oranlılık (ölçülülük) ilkesi göz önünde tutularak "kamu yararı" bakımından bir değerlendirme yapılması gerekliliğinden bahsedildiği,
Ancak, olayımızın daha farklı olduğu, zira; somut olayda, usulüne göre alınmış bir arama kararının bulunduğu, bu karara ve kararın infazı sırasında yapılan işlemlere yönelik bir itirazın da vaki olmadığı, hatta, sanığın "arama sonucunda ele geçen bornozların, kendi işyerinden ele geçirildiğine ilişkin" açık ikrarının mevcut olduğu, daha da önemlisi, arama işlemine ve arama yapılırken bir takım hakların ihlal edildiğine yönelik olarak sanıktan gelen herhangi bir yakınmanın bulunmadığı, hal böyle iken; sırf arama sırasında şekle ilişkin bir koşul ihlal edildi diye aramanın hukuka aykırı sayılamayacağı, bir başka deyişle; sadece bu nedenle, ele geçen delilleri "hukuka aykırı biçimde elde edilmiş delil" olarak nitelenemeyeceği, öğretide de; Prof. Bahri Öztürk, Doç. Dr. Mustafa Ruhan Erdem ve Doç. Dr. Veli Özer Özbek tarafından hazırlanan Uygulamalı Ceza Muhakemesi isimli eserde bu konudan bahsedilirken; ikili bir ayrımın yapıldığı, bu tasnifte; hak ihlalinin niteliği üzerinde durularak, bir hukuk devletinde bazı hakların mutlak, diğer bazı hakların ise nisbi koruma altında bulundurulduğu belirtildikten sonra; buna bağlı olarak "mutlak delil yasakları" ve "nisbi delil yasakları" kavramlarının ortaya çıktığının ifade edildiği, buna göre; mutlak delil yasakları;
1-Sanığın kendisini suçlandırıcı beyanda bulunmaya zorlanması,
2-Bir kimsenin yakınlarını suçlandırıcı beyanda bulunmaya zorlanması
3-Sanığa kendisi ile ilk temasa geçen yetkili tarafından bazı haklarının hatırlatılmaması (susma hakkı, müdafi tayini isteme hakkı gibi)
4-Hayatın gizli alanına (özel hayata değil) yapılan müdahaleler,
Olarak sayıldığı, bunların dışında kalan durumlarda ise hakim tarafından oranlılık (ölçülülük) ilkesi göz önünde tutularak "kamu yararı" bakımından bir değerlendirme yapılması gerekliliğinden bahsedildiği,
Bu bağlamda; illiyet
bağı, etkileme gücü ve hak ihlali kriterlerine yer vermeden
yapılan bir değerlendirmenin; "herhangi bir hakkın ihlal
edilmediği her türlü basit şekli aykırılıkların da mutlak
bozma sebebi sayılmasını" gerektireceği için, böyle bir
yaklaşımın uzun vadede son derece ağır sonuçları da birlikte
getireceği, Prof. Dr. Öztürk'ün de ifade ettiği gibi; her şekle
aykırılığın aynı zamanda bir hak ihlaline de yol açacağı
şeklindeki bir kabulün doğru olmadığı, bu anlamda, olayımızda
olduğu gibi "hakim, savcı, iki ihtiyar heyeti üyesi veya iki
komşu" bulunmadan yapılan bir aramada, CYUY. nın 97.
maddesine şekli bir aykırılık söz konusu ise de; herhangi bir
hakkın ihlal edildiğini söylemenin son derece güç olduğu,
Bu nedenlerle, yapılan arama sonunda elde edilen bornozların CYUY.nın 254. maddesi kapsamında "hukuka aykırı olarak elde edilmiş delil" olarak mütala edilmemesi gerektiği görüş ve kanaatini benimsemekteyiz.”
Bu nedenlerle, yapılan arama sonunda elde edilen bornozların CYUY.nın 254. maddesi kapsamında "hukuka aykırı olarak elde edilmiş delil" olarak mütala edilmemesi gerektiği görüş ve kanaatini benimsemekteyiz.”
Öte yandan YCGK başka
bir kararında konuyu “telefon dinlenme” tedbiri hakkında
incelemiş ve şu sonuca varmıştır : “Bu
yasal düzenlemeler ve açıklamalar ışığında somut olay
değerlendirildiğinde; Yargıtay C. Başsavcılığınca; sanığın
eylem talimatları sonucu Türkiye'nin birçok yerinde bombalama,
açlık grevleri, intihar saldırıları ve kundaklama eylemleri
gerçekleştirildiği, 13.3.1999 tarihinde İstanbul Kadıköy'de
Mavi Çarşı'ya yapılan Molotof kokteylli saldırı sonucu çıkan
yangında 13 kişinin öldüğü, sanığın vahamet arzeden bu
eylemlerin talimatlarını vermek suretiyle bu suçlara azmettirdiği
belirtilerek itiraz yasa yoluna başvurulmuş ise de; bu eylemlerin
sanığın talimatları sonucu gerçekleştiği yönünde herhangi
bir kanıt elde edilememiş, gönderilen eylem evraklarında da
sanığın ismine rastlanılmamıştır. Telefonla yapılan
konuşmaların dinlenmesi sonucu tespit edildiği bildirilen
kasetlerin çözümlerindeki talimatları veren kişinin sanık
olduğu da kesin biçimde saptanamamıştır. Diğer yönden ses
benzetilmesi veya montaj yapılmak suretiyle düzenlenmeleri
olasılığı karşısında diğer delillerle doğrulanmadıkça
bunların kanıt olarak değerlendirilmesi de mümkün değildir.
Kaldı ki somut olayda telefon konuşmalarının dinlenilmesi için
usulüne uygun olarak verilmiş bir mahkeme kararı da dosyada
bulunmamaktadır. CYUY.nın 254. maddesinin açık hükmü uyarınca,
hukuka uygun olarak elde edildiği saptanamayan kanıtlar hükme esas
alınamaz.” denmiştir.
Belirtmek
gerekir ki; kendi
hukuk normlarına bağlı olmayan bir devletin vatandaşlarından
hukuk normlarına itaat etmesini beklemesi çelişkili bir durum
olacaktır. Mahkemelerin hukuka saygılı olduklarını göstermek,
kendi haysiyetlerini korumak için hukuka aykırı elde edilen
delilleri kabul etmemek dışında bir seçeneği olmasa gerekir. Bu
deliller reddedildiğinde kamu makamları hukuk sınırları içinde
kalan devletle, kamu makamları hukuk dışı davranan devlet
arasında avantajlı bir durum söz konusu olmayacaktır.20
C)
Uzak Etki
Uzak
etki, hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerden yola
çıkılarak ulaşılan delillerin hükme etki edip edemeyeceği
sorunudur. Örneğin, yasak sorgu usulleri ile yapılan sorguda ele
geçirilen bilgilerle yeni bir delile ulaşılması durumunda bu
delilin hükme etkisi olabilicek midir?
Anglosakson
hukukunda, uzak etki kavramı en sert şekilde uygulanmaktadır.
“Zehirli ağacın meyveleri de zehirdir” ilkesinden yola
çıkılarak, hukuka aykırı bir delilden yararlanarak elde edilen
tüm delillerin de hukuka aykırı ve geçersiz olduğu kabul
edilmektedir.21
Kara Avrupası hukuk sisteminde ise, bu konu hakkında kesin bir
görüş birliği yoktur. Alman hukukunda, kural olarak, uzak etki
kabul edilmemekle beraber yasağın türüne ve dosyanın kapsamına
göre kabul edilen istisnalar da mevcuttur. Alman hukukunda
mahkemeler, delil değerlendirme yasağının kapsamını dolaylı
delilleri de kapsayacak şekilde kabul etmemekte, polis tarafından
yapılan usuli hatalar nedeniyle elde edilen diğer delillerin
değerlendirme dışı tutulmasının haksız beraat kararlarının
verilmesine neden olacağından çekinmektedirler.22
Türk
hukukunda delil yasakları doğrudan ve dolaylı olarak ikili bir
ayrıma tabi tutulmadığından, doğrudan hukuka aykırı
yöntemlerle elde edilen delillere bağlanan sonuçlar dolaylı
hukuka aykırılıklarda da etkili olacaktır.
D)
Tesadüfen elde edilen deliller
CMK md.138 23
tesadüfen elde edilen delilleri düzenlemiştir. Buna göre,
maddenin birinci fıkrasında arama ve el koyma tedbirleri sırasında
yapılmakta olan soruşturma ve kovuşturmayla ilgili olmayıp ele
geçirilen delillerin akıbeti açıklanmıştır. Eğer hukuka uygun
olarak yapılan bir aramada yahut elkoyma işlemi sırasında başka
bir suçun delili ele geçirilirse bu delil hukuka uygun sayılır.
Buradaki kıstas yapılan arama ve elkoyma işlemlerinin hukuka
uygunluğudur.
Maddenin
ikinci fıkrası telekomünikasyon yoluyla iletişimin denetlenmesi
sırasında tesadüfen ele geçirilen delillerin durumunu
belirtmiştir. Buna göre, yine usulüne uygun olarak yapılan
telefon dinlenmesi sonucunda CMK md.135'teki liste halinde sıralanan
suçlardan biri için bir delil ele geçirilirse bu delil de hukuka
uygun kabul edilir. Maddede “teknik araçlarla izleme” tedbiri
öngörülmediğinden, CMK md.138 bu tedbir için uygulanmayacaktır.
E)
Özel kişiler tarafından elde edilen deliller
Özel
şahısların hukuka aykırı yollarla elde ettikleri delillerin ceza
muhakemesinde kullanılıp kullanılamayacağı sorunu hakkında
Kunter/Yenisey/Nuhoğlu,
getirilen sınırlamaların devlet organları bakımından geçerli
olduğu ve özel şahıslar açısında böyle bir kısıtlama
olmadığı gerekçesi ile önemli bir ağırlık derecesi arz
etmediği sürece özel şahısların hukuka aykırı yöntemlerle
elde ettikleri delillerin kullanılabileceğini savunmaktadır.24
Öte yandan benim de katıldığı görüşe göre ise,
kanunkoyucunun soruşturma ve kovuşturma organlarına yasakladığı
bir şeyin başkalarına serbest bırakılması ve kamu görevine
haiz olmayan özel şahısların hukuka aykırı yöntemlerle elde
ettikleri delillerin ceza yargılamasında kullanılması izahı güç
bir çelişkidir. İşlendiği iddia olunan bir suç ve onun
faili/failleri hakkında delill toplama yetkisi adli makamlara
aittir. Ancak CMK md.90 ile bazı durumlarda özel şahıslara da
yakalama yetkisi verilmiştir. Bu durumda özel şahsın hukuka uygun
yollarla elde ettiği delillerin muhakeme sırasında
değerlendirilebileceği kuşkusuzdur.
IV.
SONUÇ
Ceza
hukukunun amacı maddi gerçeği ortaya çıkarmaktadır. Hakikate
ulaşılması, ceza yargılamasının önemli bir amacıdır; ancak
hakikat her ne pahasına olursa olsun ulaşılması gereken bir amaç
olmamalıdır. Hakikate ulaşmak için mümkün olan her yolun
denenmesi meşru olmayıp, hakikate hukukun sınırları içinde
kalınarak ulaşılmaya çalışılmalıdır.25
Bu amaca ulaşmak için kullanılan araçlardan en önemlisi
delillerdir. Bu nedenle ceza hukukunda delillerin rolü çok
büyüktür. Bir hukuk devleti, niteliği gereği delillerin ne
şekilde ikame edilebileceğini kurallara bağlamalıdır. İşte bu
nedenle getirilen delil yasakları, hem hukuka aykırı yollarla
delil elde edilmesini sınırlar hem de elde edilen bu delillerin
ceza yargılamasında değerlendirme dışı tutulmasını sağlar.
Maddî gerçek araştırılırken uluslararası
sözleşmelerdeki ve Anayasa'daki ilkeler ışığında öngörülmüş
hukuk kurallarına uygun davranılmalıdır. Ceza
muhakemesinde amaca ulaşmak için her araç mübah olmamalı, ancak
insan haklarına saygılı bir şekilde ceza hukukunun gayesi yerine
getirilmeye çalışılmalıdır.
YARARLANILAN
KAYNAKLAR
Kunter/Yenisey/Nuhoğlu,
Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, 2008
Centel/Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, 2008
Yrd.Dç.Dr. Mahmut Koca, Ceza Muhakemesinde Hukuka
Aykırı Delilleri Değerlendirme Yasağı
M. İhsan Darende, “Hukuka Aykırı Deliller”
Makalesi
Prof.Dr. Vahit Bıçak, “Usulsüz Elde Edilen Deliller
Neden Değerlendirme Dışı Kalır?” Makalesi
3Madde
148 – (1) Şüphelinin ve sanığın
beyanı özgür iradesine dayanmalıdır. Bunu engelleyici nitelikte
kötü davranma, işkence, ilâç verme, yorma, aldatma, cebir veya
tehditte bulunma, bazı araçları kullanma gibi bedensel veya
ruhsal müdahaleler yapılamaz.
(2) Kanuna aykırı bir yarar
vaat edilemez.
(3) Yasak usullerle elde
edilen ifadeler rıza ile verilmiş olsa da delil olarak
değerlendirilemez.
(4) Müdafi hazır bulunmaksızın kollukça
alınan ifade, hâkim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık
tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz.
(5) Şüphelinin aynı
olayla ilgili olarak yeniden ifadesinin alınması ihtiyacı ortaya
çıktığında, bu işlem ancak Cumhuriyet savcısı tarafından
yapılabilir.
4Yrd.Dç.Dr.
Mahmut Koca, Ceza Muhakemesinde Hukuka Aykırı Delilleri
Değerlendirme Yasağı
7M.
İhsan Darende, “Hukuka Aykırı Deliller” Makalesi
8M.
İhsan Darende, “Hukuka Aykırı Deliller” Makalesi
9Yrd.Dç.Dr.
Mahmut Koca, Ceza Muhakemesinde Hukuka Aykırı Delilleri
Değerlendirme Yasağı
10Yrd.Dç.Dr.
Mahmut Koca, Ceza Muhakemesinde Hukuka Aykırı Delilleri
Değerlendirme Yasağı
11Yrd.Dç.Dr.
Mahmut Koca, Ceza Muhakemesinde Hukuka Aykırı Delilleri
Değerlendirme Yasağı
12www.belgenet.com/arsiv
14Yrd.Dç.Dr.
Mahmut Koca, Ceza Muhakemesinde Hukuka Aykırı Delilleri
Değerlendirme Yasağı
18YCGK,
29.11.2005 tarih ve 2005/7-144 E., 2005/150 K.
19www.belgenet.com/arsiv
21M.
İhsan Darende, “Hukuka Aykırı Deliller” Makalesi
23Madde
138 :
(1)Arama
veya elkoyma koruma tedbirlerinin uygulanması sırasında,
yapılmakta olan soruşturma veya kovuşturmayla ilgisi olmayan
ancak, diğer bir suçun işlendiği şüphesini uyandırabilecek
bir delil elde edilirse; bu delil muhafaza altına alınır ve durum
Cumhuriyet Savcılığına derhâl bildirilir.
(2)
Telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin denetlenmesi
sırasında, yapılmakta olan soruşturma veya kovuşturmayla ilgisi
olmayan ve ancak, 135 inci maddenin altıncı fıkrasında sayılan
suçlardan birinin işlendiği şüphesini uyandırabilecek bir
delil elde edilirse; bu delil muhafaza altına alınır ve durum
Cumhuriyet Savcılığına derhâl bildirilir.” denilmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder